Dağın Çağrısı: Uludağ 2014

"Olduğun yerin farkına var." Her yazıda ilk cümlenin ne olacağına zor karar veririm. İlk cümleyi bulmak için haftalarca beklediğim de olur. Bu yazıyı yazmaya başlamak için de epey bekledim. Evren, yürüyüşten epey sonra bir fotoğrafın altına bu cümleyi yazmış. "Tamam!" dedim ilk cümleyi buldum. Olduğumuz yerde yüce bir dağ var; adı Uludağ. O kadar ulu ki görmemek imkansız; o kadar asil ki hayran olmamak elde değil; o kadar davetkar ki çağrısına cevap vermemek ne mümkün.


Bu cümlelerle başlayalım yazıya. Bakalım sonu nereye varacak. Evren uzun zamandır lafını ediyordu.
-Uludağ'a ne zaman çıkıyoruz.
-İstediğin zaman.
-Gece kalacak mıyız?
-Kalalım mı?
-Kalalım.
-Uyku tulumun var mı senin?
-Battaniye var; olur mu?
-Biraz üşürsün; ama olur?
-Çantan var mı?
-Valiz var; olur mu?
-Olur.
-Yol zordur ama!
-Zoru severim.
- Tamam o zaman. Hazır ol. Battaniyeleri hazırla. Gece soğuk olur oralar. Kalın giyecek bir şeyler al. Çorabı birkaç çift al. Yedek kıyafet almayı unutma.

Bu konuşmanın üzerinden çok geçmemişken; sıcak bir ağustos günü, ben, Evren, Fatih ve abim düştük zirve yoluna. Plana göre Sarı Alan'a kadar teleferikle çıkacağız. Sarı Alandan sırasıyla Çobankaya'yı, Keşiş Tepeyi, Büyük Zirveyi geçip zirvenin kuzey tarafındaki göllerden birinin yanına kamp atacağız. Evren'in ve Fatih'in birlikte üç beş yıl önce günübirlik birkaç bisiklet maceraları olmuş. Daha önceki bu deneyimlerine güvenerek bu işin üstesinden gelebileceklerini düşünüyorlar.

Evren sakatlığı geçtiğinde halı saha maçlarımıza gelir ve o maç yine sakatlanır. Bakalım yolda nelerle karşılaşacağız. Fatih ile daha öncesinden bir tanışıklığımız yok. Abimin bu tarz bir etkinliğe katılmışlığı yok ama kondisyonu yerinde; şehir içinde uzun mesafeleri yürüyerek gitmeyi sever. Düzenli olarak futbol oynuyor, koşuyor. Üstesinden rahatlıkla gelir diye düşünüyorum. Üçünün de ilk kamplı etkinliği olacağı için biraz heyecanlılar; biraz endişeliler. Ben daha önce Uludağ Zirve'ye iki defa bisikletle çıktım. Uludağ zirveye ilk defa yürüyerek çıkacağım ve yürüyerek çıkmanın, bisikletle çıkmaktan daha kolay olacağını düşünüyorum.
Ekiple teleferikte buluştuk. Evren ve Fatih bizden 10 dakika daha erken gelmişler; onları çay içmekteyken bulduk. Biz de çayımızı içtikten sonra iki günlük çayımızı, şekerimizi, çorbamızı, ekmeğimizi, makarnamızı, kahvaltılığımızı, atıştırmalığı vs. teleferiğin dibindeki bir marketten temin ettik.

Ben yürüyüşlerimde ve bisiklet turlarımda sağlam bir kahvaltı yapar, kamp kuracağım yere kadar gün içinde genellikle atıştırmalıklarla(kuru üzüm, kuru kayısı, kuru incir, meyve, büsküvi vs ile) idare ederim. Ekibe bugün de böyle yapacağımızı, çadır kuracağımız yere kadar ayrıca yemek molası vermeyeceğimizi belirtip kuru üzümleri paylaştırdım. Acıktığınızı hissettiğiniz anda ağzınıza bir kaç tane atın dedim.

Ekibin alayı, çayın önemli olduğunu; unutmamamı defalarca belirttiler. Gün sonunda içeceğim tavşan kanı çayın hayali olmasa, ben de yürüyemem. Gün sonunda hırçınca esen serin rüzgara karşı içimi ısıtan bir yudum sıcak çayın verdiği huzur olmasa, benim için, gün eksik kalmış olur. Çayı, şekersiz içerim: ama tek başıma çıktığım seyahatlerimde bile soframa davet edeceğim muhtemel bir çay dostu için şeker ve ikinci bir çay bardağı bulundururum. Bu gün birlikte çay içebileceğim, garanti üç güzel adam var. Çayı unutmama imkan yok; rahat olun.

Teleferiğe binmeden önce marketten aldığımız malzemeleri paylaşıp çantalarımıza yerleştirdik. Lavaş ekmek daha az yer kapladığı için lavaş almak istiyorduk ama bulamayınca somun ekmek aldık. Somun ekmeklere yer kalmadı ama iyice sıkıştırıp kağıt kıvamına getirince çantaya sığdırabildim.

Kısa zaman önce açılışı yapılan Bursa'nın yeni teleferiğine ilk defa bineceğiz. Heyecanlıyız. Eski teleferik iyiydi, güzeldi, hoştu, Bursa'nın simgesi olmuştu; lakin ihtiyaca cevap veremiyordu. Yıllar önce birçok defa metrelerce uzanan çoğunlukla Arap turist kuyruğunu görünce geri dönmemiz kaçınılmaz olmuştu. Genellikle böyle olduğu için yıllardır Bursa'nın teleferiğini kullanamıyordum.

Eski teleferik hattında çok daha az vagon vardı ve ufak bir rüzgarda kullanılamıyordu hat. Hoş, hattaki direkleri geçerken oluşan sarsıntıyla birlikte yükselen çığlıklar yolculuğu heyecanlı hale getirmiyor da değildi. Eski teleferiğin çoğu ayakta olmak üzere kırk yolcuyu bünyesine sığdırabilmesine, rağmen uzayıp giden kuyrukları eritebilme başarısı yoktu. Yeni vagonlar sekiz kişilik, dakikası dolmadan yenisi geliyor ve oturma yerlerine sahip. Yoğun olduğu saatlerde böyle olmuyordur elbette; ama şu anda vagonların çoğu boş iniyor; boş çıkıyor. Yaklaşık 15 dakikada bulutları yara yara Sarı Alan'a çıktık.
Sarı Alan'dan Çobankaya'ya uzanan patikayı daha önce kullanmadım. Bir kaç kişiye sorduktan sonra yolu doğrulttuk. Sarı Alan-Çobankaya arasında uzanan patika envaiçeşit ağacın arasından ve gölgesinden geçiyor; yolcularına büyülü anlar yaşatıyor. Çobankaya'dan sonra ara ara molalar verdik. Evren yorulmaya ve geride kalmaya başladı. Zirve öncesinde, Keşiş Tepe diplerindeki son su noktasında birazca uzun bir mola verdik. Boşalan su şişelerimiz doldurduk. Ekip "Karnımız acıktı; keşke daha sağlam bir kahvaltı yapsaydık.", "Keşke burada bir yemek molası mı verseydik!" gibi sesler yükseldi. Yemeği kamp kurduğumuz yerde yiyeceğiz, kuru üzüme devam dedim.

Küçük zirveye çıkan zikzaklı patikayı evren çok sık mola vererek çıkıyor. Fatih'in durumu daha iyiyse de o da Evren'e eşlik ediyor. Küçük zirveye önce abim çıktı; arkasından ben çıktım. Abim Evren'in zorlandığını görünce aşağı inip onun çantasını aldı. Evren ve Fatih yanımıza gelince yolun en zor bölümünü geçtiniz dedim. Evren "Zirve nerede, daha çıkmadık mı?" diye sorunca işimiz var dedim içimden.
Küçük zirveye ulaşınca göllerden dönmekte olan genç bir arkadaşla karşılaştık. Buzlu gölde kaynak suyunun halen akmakta olduğunu, Buzlu Göl'ün kenarına çadır kurmamızın iyi olacağını söyledi. Ben, geçen yıl haziranda Kilimli Göl'ün kenarına kurmuştum çadırımı. O zaman Kilimli Göl'ün karşı yamaçlarından kaynak suları akmakta idi. Yine Kilimli Göl'e ineriz diye düşünüyorduk ama bu sefer de Buzlu Göl'e inelim bakalım.

Küçük zirveden itibaren Evren'in zorlanmakta olduğunu görünce ona daha küçük bir çanta verdik. Evren'in valizi Abim aldı. Bu saatten sonra "Daha ne kadar var?" sorusunu Evren defalarca sordu. Ona "Bugün zirve yaparsan; artık Uludağ zirve yapmış bir adam olacak, güzel sıfatlarına müstesna bir sıfat ekleyeceksin, bu büyük bir meziyet, ha gayret." dedim.


Zirveye yolunda bir süre sonra patika ikiye ayrılır. Soldan giden patika göllerin üstünden zirveye ulaşır. Ben daha önce bisikletle iki seferinde de soldan, göllerin üstünden giden bu patikayı kullanmıştım. Sağdan giden patikanın, dağın güneyinden zirveye ulaştığını biliyorum; ama bu patikayı daha önce hiç kullanmadım. Bir yerde bu patikanın daha kısa olduğunu duymuştum. Bu yüzden yol ayrımına gelince sağdan gitmeye karar verdik.

Patika bir yere gelince belirsizleşti bir süre sonra da çok daha belirsiz bir çok kola ayrıldı. Biz en ortadaki patikadan yola devam ettik. Bu anlarda aşağılardan tepelere doğru hızlı bir şekilde yükselen sis, dağı bir anda yuttu. Sis yüzünden yüz metre kadar önümden giden abimi, geriden gelen Evren ve Fatih'i göremez oldum. Uzunca bir yolu da yürüdük; artık zirveye çok yaklaştığımızı hissetmekteydim. Abime yükse sesle seslendim; sesimi duydu; beklemesini söyledim. Yanına varınca zirveye yaklaşmış olabileceğimizi, ileriye değilde sola tepeye doğru yürümesinin iyi olacağını söyledim. Birden sis çekilir gibi oldu ve önümüzde bir pencere oluştu; zirvede dalgalanmakta olan bayrağı sisten çerçevenin içinden abime gösterdim. "Sen zirveye devam et, bizi zirvede beklersin." deyip patikanın kollara ayrıldığı yere geri dönüp Evren ve Fatih'i beklemeye başladım. Uzunca bir süre beklememe rağmen gelmediler; herhalde dinleniyorlar. Telefon çekmediği için bağlantımız yok. Bir kaç defa bağırdım; ama karşılık alamadım.


Evren ve Fatih geldiklerinde dinlendikleri için geciktiklerini öğrendim. Fatih daha sağlam gürünse de, Evren halen "Daha ne kadar var?" diyordu. "Çok değil." dedim. Biraz yürüdükten sonra artık daha az sis vardı ve zirve bayrağı gözüküyordu. Evren'e hiç ummadığı anda bayrağı, zirveyi gösterdim. İnanamadı; dünyalar Evren'in oldu; ama Evren halen önünde kısa ama dik bir yokuş var.

Evren ve Fatih'i gözümden kaybetmeyecek şekilde önlerinden gidiyorum. Ben zirveye çıktığımda abim zirve defterini imzalamıştı. Aşağılarda olan Evren ve Fatih son gazlarla zirveye ulaştılar. Artık Uludağ zirve yapmış adamlarsınız." deyip ikisini de tebrik ettim. Fatih, deftere memnuniyeti belirten güzel ifadeler; Evren "Kendi Everestimi yaptım." diye yazdı.

Zirve defteri, bizim ekip dışında bugün hiç kimse tarafından imzalanmamış. Küçük zirvede karşılaştığımız arkadaş ve aşağılarda görülen koyun sürüsü ,çobanı ve köpekleri dışında bu gün buralarda hiç kimseyi görmedik. İstediğimiz sessizlik, sakinlik, kimsesizlik. Geçtiğimiz günlerde, aynı gün Everest'in zirvesine 234 kişi tırmanmış. Yol geçen hanına dönmüş ve bir AVM gibi kalabalık olan Everest'te o gün olmaktansa, bugün buralarda olmayı tercih ederim. Ettim ve iyi ki buradayım; mutluyum, huzurluyum.

Uludağ zirvenin dibinde 3 büyük göl ve diğerlerine nispeten küçük 1 göl vardır. Zirveden kuzeye doğru baktığınızda ortadaki Kara Göl'dür; Kara Göl'ün solundaki Kilimli Göl'dür. O zaman yolda karşılaştığımız arkadaşın halen kaynak suyu akıyor dediği Buzlu göl tepenin ardında ucu gözüken göl oluyor. (Öyle değil işte; benim Buzlu göl diye düşündüğüm göl aslında Aynalı Göl. Ben nedense, -yorgunluktan olabilir- küçük gölü(Buzlu Göl'ü) gölden saymıyorum). Zirve ile Aynalı Göl arasındaki yolu yarılaşmışken Buzlu Göl'e değil de Aynalı Göl'e gitmekte olduğumuzu farkettim; ama ekip çok yorulduğu için seyir normal devam ediyormuş gibi sesimi çıkarmadım; yola devam ettik.

Göle varınca etrafa kaynak suyu bakındım ama yoktu. Aylardan Ağustos; etrafta eriyecek kar yok denecek kadar az; belki bu yüzden kaynak suyu yok. Geçen yıl Haziranda buralar hep karla kaplıydı. Gölün suyuna yasıldım. Su idare eder; ama ben "Arkadaşlar kaynak suyu yok; ama gölün suyu harika." dedim. Onlar da tadına baktılar. "Çok güzel." dediler.

Zeminde yoğun bir ot tabakası olduğu için göle doğru giren burna kamp kurmaya karar verdik. Bu otlar sayesinde ısı yalıtımı sağlamayı düşünüyoruz. Çünkü ekibin malzemesi yeterli değil, mat yok, uyku tulumu yok.

Hiç kimsenin artık kuru üzüm diyecek hali yoktu; çantamı yere attığım gibi hemen yemek işine koyuldum. İspirto ocağında çay suyu kaynatırken, kartuşlu ocakta çorba ve makarna yaptık. Gölden aldığımız suyla birkaç defa daha çay pişirdik. Çay on numara; burada içilen çayın tadının başka türlüsü olması mümkün değil zaten.

Yemeği yedikten sonra, akşam namazı öncesi abim dağı taşı inlete inlete ezan okudu. Ses de ne yankı yapıyor dağlar arasında.

-Abi ne yaptın?
-Ne oldu ki?
-Ağzına sağlık. Çok güzel okudun; lakin ezanı duyan ayılar cemaate iştirak etmek isterse halimiz duman.

Neyseki Uludağ'ın ayılarında namaz, kitap hak getire imiş. Ayılar beynamazın önde gideni imiş. Rahatsız edilmedik..

Güneş battıktan sonra hava yavaştan soğumaya başladı. Kazaklar yelekler giyilmeye başlandı. Derken hava iyice soğudu.
-Evren ne yapıyorsun? (Evren ayakkabısının üstüne çorap geçirmeye çalışıyor.)
-Abi ıslak çorapları en azından ayakkabı üstüne giysem diyorum. Ayaklarım biraz daha ısınır belki.
-Hiç denemedim. Bir dene bakalım.(İşe yaramadığını gördü.)
Demli çaylar içildi; gevrek çekirdekler çitlendi; koyu sohbetler yapıldı; derken uyku vakti geldi çattı. Dört kişiyiz. Malum, benim ikinci çadırı Ketenli'de yaktık; elde var tek çadır. Fatih, evren ve abim çadırda uyuyacak. Benim uyku tulumu daha sağlam; ben dışarıda yıldızların altında uyuyacağım.
-Gel abi içeri sıkışırız.
-Olmaz o çadır en fazla üç kişi alır.
-Alta yaydığımız şilteyle sana bir mekan yapıp üstünü kapatalım en azından. Ne olur ne olmaz.
-Gökyüzü çok berrak. Ne kadar yıldız varsa hepsi bana bakıyor. Hiç bir kuvvet, yıldızları seyretmemi engelleyemez.
-Tamam sen bilirsin. İyi geceler.
-İyi geceler.

Seher vaktinde uyandım. herkes uyurken göl kıyısındaki tepeleri keşfe çıktım. Güneşin dünyayı nasıl aydınlattığına tanık oldum. Rüzgarda dans eden otlara, şarkılarıyla eşlik eden kuşları dinledim. Uzak tepelerin ardındaki bulutları bir şeylere benzettim.

Bir müddet dolandıktan sonra göl kenarına indim. Gölün sularının sabah güneşi karşısında nasıl dans ettiğine tanık oldum. Sırasıyla Evren, Fatih ve Abim çadırdan bir bir çıktılar. Kahvaltımızı yaptık. Biz abimle Kara Göl kıyısına, evren ve Fatih yola inecekler. Şu an yanında bulunduğumuz Aynalı Göl çok sığ. Diğer göllere göre daha derin olan Kara Göl'de yüzmek istiyorum.
Kara Göl civarına yaklaşınca göl civarında bulunan sürünün köpekleri bizden rahatsız olmuşa benziyorlar ve sürüye yaklaşmamızı istemiyorlar gibi etrafımızda havlayıp duruyorlar. Çok geçmeden sürünün çobanı köpekleri civarımızdan uzaklaştırıyor.

Çobanla giriştik muhabbete. Laftan lafa atlarken, “Gölün suyu çok azalmış.” dedim. Çobana göre: Kara Göl çok derinmiş, o kadar derinmiş ki derinliğinin ucu bucağı yokmuş ve ortası dönüyormuş. Suyunun azalmasının nedeni de ortasındaki delikmiş. Bu delikten akan su aşağılardan bir yerlerden çıkıyormuş. Zamanın birinde bu göl civarında çobanlık yapan bir zât göl kıyısında otlamakta olan koyunlarının yönünü çevirmek için sopasını koyunlara doğru atmış. Sopayla birlikte koyunlardan biri de göle düşmüş. Hem koyun, hem de sopa döne döne gölün ortasına kadar sürüklenmişler. Gölün ortasında suya batıp kaybolmuşlar. Günler sonra çoban, Bursa Ovası'na yakın bir yerdeki değirmene buğday öğütmeye gitmiş. Göle attığı sopasını değirmende görmüş. Değirmenciye bu sopanın nereden geldiğini sormuş. Değirmenci "Sudan geldi." diye cevap vermiş. Köylüler aynı günlerde derede şişmiş bir koyun cesedi görmüşler.



Ben gölde yüzecektim; ama Neyse! Başka sefere inşallah. Çoban bizi lafa tuttu. Evren ve Fatih yola inmişler zaten. Onları fazla bekletmeyelim. Ayıp olmasın. Çobana elveda deyip yola koyulduk. Buradan Orhaniye Köyü’ne kadar yer yer bozuk; ama demir gibi soğuk, lezzetli suları bol toprak bir yol var. Köye inene kadar bu yolu kullanacağız. Abim ara ara kestirme yolları kullandı. Evren ve Fatih’in ayakkabıları araziye pek uygun olmadığı için yoldan yürümeyi istiyorlar. Zaten Evren’in hızı çok düşük. Ben de onlarla birlikte yürüyorum.
Bir süre sonra Evren iflas etti. Ayağı aksıyor. Dizinin acıdığını söylüyor. Çantasını taşıyacak durumda değil. Abim onun çantayı alıyor. Dik bir yokuşu inerken evren geri geri yürümeye başlıyor.

-Evren ne yapıyorsun?
-Bu şekilde yürüsem dizimin ağrısı belki azalır diye düşündüm.
-Azal dı mı?
-Yok azalmadı?
-Yürüyemeceksen biraz daha oturalım.
-Yok yürüyebilirim.
Bu şekilde yavaş yavaş Orhaniye’ye indik. Orhaniye'de kahveye geçtik hemen; en demlisinden 4 çay söyledik, sonra dört çay daha, dört çay daha ve dört çay daha. Toplamda etti 16 çay.

-“Usta ne kadar borcumuz.”
-“5 Lira yeter.”
-5 liramı? Sen bize dört çay daha getir...
Beşinci çayların ardından köy minibüsü ile Bursa’ya doğru yollandık. Herkesin çok memnun kaldığı bir seyahatin daha sonuna geldik.

Bu yazıda, sayfa başına, ortalama on yerde Evren'in adı geçiyor. Güzel insan Evren hakkını helal et. Dizinin ağrısı geçtiğinde yeniden çıkabiliriz zirveye; seneye kadar uyku tulumunu hazırlarsın artık. Seni tanıdığıma memnun oldum Fatih. İnşallah yoldaşlığımız baki olur. Abi ,seni önümüzdeki seyahatlerde de görmek isteriz, balık, balık nereye kadar? 2543 metre kesmedi seni, farkındayım.

İlgili Yazılar

Yorumlar

  1. Tebrikler Ali kardeşim.Lütfi özen Alanya..

    YanıtlaSil
  2. Adsız7/20/2015

    Sizi tebrik ediyorum. Bu anınız ile içimde bir şeyler canlandı ve direk arkadaşlarımı aradım bu hafta içerisinde aynı sizin gibi bir yolu izleyip uludağda kalmayı planlıyoruz. Fakat bu işi ilk defa yapacağımız için internetten iki üç yerde araştırma yaptım. Kamp kurmak için ücret alındığı yazıyor bu ücreti kime vereceğiz yada kamp kurmak için kimden izin alacağız . Cevabınızı bekliyorum teşekkür ederim

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Teşekkürler. Benim bildiğim Uludağ'daki ücretli kamp alanları Çobankaya ve Sarıalan'dır. Buralara kamp kuranlar genellikle yaz boyu kamp alanında kalırlar, elektrik vb kampın diğer imkanlarından yararlanırlar. Bu kamp alanlarının yakınlarında uygun bir yere kamp kurarsanız sizden kimse ücret talep etmez. Bir kaç kez Çobankaya'da (caminin karşısında, yolun diğer tarafında) kalmışlığımız vardır. Hiç ücret ödemedik. Buraya çadır kurmak zorunda değilsiniz tabiki; çünkü Uludağ'da her taraf kamp alanı. Bir gizli bilgi: Uludağda çadır kurulacak en baba mekan, göller bölgesidir. Kimseden izin almanız gerekmez; üstelik ücretsiz.

      Sil

Yorum Gönder

Yorumunuzu buraya yazınız